30 Mart 2009 Pazartesi

ANKET

İstiklal Caddesi’nin ortasında bekliyorum. Herkesin nefret ettiği “ Kısa bir soru sorabilir miyim?” anketörlerinden biriyim.
Hiç merak etmediğim insanlara hiç merak etmediğim sigara markalarını soruyorum. Ama önce beni sevimli bulmaları için gülümsemem, kaçamamaları için gözlerinin içine bakmam ve kalabalıkta beni duyabilmeleri için yanlarına sokulmam gerek. Onlarsa ne ter kokularından rahatsız olduğumdan ne de mesai saati sonuna kadar tek bir sigara içemeyeceğimden haberdarlar. Kendi sigaralarının güzelliklerinden bahsetmekteler. Birkaç gün önce çamaşır yumuşatıcılarını anlatıyorlardı. O zaman yumuşatıcılarını ne kadar yumuşattığı ya da kokusunun ne kadar dayanıklı olduğu da bu kadar sinirimi bozuyor muydu hatırlamıyorum.
İnsanlara sorular sormanın zorunluluk haline gelince soranı daha çok zor durumda bıraktığını fark ettim bugün. Bilmek olarak isimlendirdiğimiz önüne geçemediğimiz insani arzumuzun bu şekli alması şaşırtıcı geldi. Oysa en hevesli olduğumuz şey üzerimize düşmeyen şeyleri bilmek. Ben fazla meraklı biri değilim. Herkes ne kadar hevesliyse başkalarının hayatına ben de o kadar hevesliyim. Gerektiğinde yurdun koridorlarında bağıra çağıra telefon konuşmalarıyla hepimizi özel hayatına dahil edenlere sinirlenecek kadar merakıma hakimim. Bir tek yoldan geçen insanların yüzlerini ve ifadelerini merak etmekten alıkoyamıyormuşum kendimi; bugün öğrendim.
Günün başında güler yüzlü insanlar vardı caddede. Sanki buraya sırf benim sorduğum soruları yanıtlamak için gelmiş gibiydiler. Günün sonuna doğru -günlerden Cuma olması sebebiyle-elleri kolları birbirine karışmış kütleler halinde ilerliyorlar. Yapış yapış yapaylık kokuyor bu bağlar. İstiklal Caddesi’nin karmaşıklığını oluşturan tek şeyin bu birbirine karışmış eller kollar olduğunu düşünmeye başlıyorum. Amaçları ara sokaklarda önce çay-kahve bardaklarında sonra içki kokularında kaybolmak. Toprağın altında kıvrılan kocaman bir solucan gibi sokaklara akıyorlar.
Bense hala tek bir sigara bile içemiyorum.
Meltem

1 yorum:

  1. Daha önce hiç anketörlerin açısından bakmamıştım. Hani bize zencilerin hepsi aynı gibi geliyor ya onlara da beyazlar öyle geliyormuş. Demek ki anketörler de bizi sevmiyorlar. O zaman onlara kibar davranmama gerek kalmadı.
    En sevdiğim yazın bu arada (Aynı zamanda en çok dumur olduğum) ama "Bilmek olarak isimlendirdiğimiz önüne geçemediğimiz insani arzumuzun bu şekli alması şaşırtıcı geldi." diye tanımladığın cümlenin alışılmışın dışında uzatılmışlığı beni rahatsızlık derecesinde etkiledi.
    Şaka bir yana ben bu fanzini hala alamadım ve istiyorum.
    Son olarak bu bloga ilk yorum yapan benim (güneş gözlüğü).

    YanıtlaSil