11 Şubat 2012 Cumartesi

Profesyonel İnsaniyet

Bir insanın eskiden olduğu kişi neye kadar taşıyabilir onu...
Profesyonelmişiz diyelim, sadece bir işmiş yaptığımız... Hiç bişr şeyi yenilemesek işimizle ilgili yaşamk gayemiz bir yerlerde durdurmaz mı bizi? O zaman öğrencilikten, çalışanlıktan ya da yaşam alanlarımız kovulma riskimiz profesyonel güncellenme zorunluluğunu çıkarıyor karşımıza. Tam olarak neye saklanıyoruz bu durumda, istediğimiz insan olmaktan uzaklaştıkça insaniyetmizden kovulmayacağımıza mı ?
Güçlü bir dayanak var elimizde. Zamanın göreceliliği... Çok faklı insanlarla çok faklı diyaloglarda en çok da kendi ağzımden duydum “ Hiç bir zaman , zamanımız olmayacak. İhtiyacımız olan zamanı kendimiz yaratmalıyız “ lafını...
Zaman geçtikçe kelimelerin arkasına saklanmayı öğrendi her insan. Aynı zamanda sözün uçuculuğuna da tabi... Ufak tefek kendini bulma çabalarında ya da tek heveslik heyecanlarda öğrendiğimiz bu laflar, o anki kıpırtıların hala var olduğuna inandırdı her birimizi. İçimizdeki kıpırtılar azaldıkça da sözlerimizin iddiası yerlerini doldurmak adına büyüdü. Şimdi konuşsak bir kanış, konuşmasak umutsuzluk olacaklar.
Diyelim ki edebi birer ifadeyiz. Ya da kimseyi bulaştırmıyorum abartılı sözlerime. Diyelimli bir edebi ifadeyim şimdi. Yazarken de hep zaman kiplerine takıldım ben. Bana kalırsa her zaman tutarlı olmalıydılar. Yazı bitince her seferinde dönüp onları düzenlemek isterim. Ancak hiç bir zaman geniş zamandan gelecek zamana uzayan hisleri ortak bir zamanda ifade edememişimdir. Bu zaman karmaşası meğersem kendi zamanlarımla barışmamamdanmış. Şimdiki zamanın gerçekliği inkar etmektenmiş belki de... Geçmiş zamana saklanmak ya da sonsuz gelecek zamana yüklemek herşeyi o kadar kolayken nasıl bir anlaşmaya gidilecek şimdiki zamanla?
Çok yaşlandık , bizden geçti söylemleri değil aslında ifade etmek istediğim. Arayışın başlangıcı aslında. Bir inansam kendimi terbiye debileceğime gerisi çok güzel gelecek. Bir yerlerde göreyim, okuyayım, heyecanlanayım diye bu yazı. Sadece kalsın diye...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Sorgu

İdare ediyor tüm yaşamını. Kanman istiyor yalancı tatminlnere.
Bile bile yalan söylediğini, başkalarının hayatında olmayan yerlere kanıyor. Daha çoklarına inanmaya hevesleniyor.
Uyuşmuşluk diliyor zavallı zihnine. Bir gram inanmışlık bulamayıp kendine yorgunluklar yaratıyor kaybolmak adına.
Mutsuzluğunun dehlizlerine dalıyor. O kadar dibine varıyor ki haberi bile olmuyor ondan. Kahkahası çınlatırken etrafı duymayan bir o oluyor.
Geri dönüş yomuşcasına gidiyor.
Bir daha söylemeyeceksine konuşuyor.
Ulaşmasından emin olduğu yere, kendine varmıyor sesi.
Bedeninin kaybolduğu yerlerde arsızca kabullaniyor sağırlığı.

18 Haziran 2009 Perşembe

The Scream



"Korkum; çığlık atan adam gibi
tablodaki, şakağımda ellerim"






teoman - insanlık halleri

6 Haziran 2009 Cumartesi

Gözlerimde saklı ayna ..

***

Kapat tüm ışıklarını gecenin. Önce yıldızlardan başla.Yer küreyi öyle bir silkele ki bir ağaçtan dökülen dut misali tek tek dökülsünler yere.Yapış yapış olsun tüm sokaklar.Sonra sokak lambaları, bir bir kır hepsini. Ve evlerden sokaklara sızan sahte ışıklar,perdeleri sıkıca örtmek neye yarar; sökmek lazım tüm ampulleri. Dünyanın tüm mumlarını da topla bana getir.Sönsün dünyanın ateşi...Dur ateş böceklerine sakın dokunma. Sana aydınlık bir düş gösterecekler, eğer becerebilirsen onlara inanmayı.Karanlık hakim olunca artık geceye tak bir tanesini saçlarına ve gel bir nefes uzağımda dur. Dinle bak bize ateş böcekleri ne diyor. Ve bak nasılda gülümsemekte sana ve bana.
Gözlerimde bir ölü.

5 Haziran 2009 Cuma

Gökyüzüne ninni ya da ihanet filmi

Kirpiklerinde jilet keskinliği,renkli ölümsüz gözlere kavuşmuş gökyüzü.
Kırpıyor gözlerini kesik kesik oluyor kana boyalı ak yanakları.
Gözyaşları akıyor çöl çöl olmuş dudaklarına.
Jilet yaraları tuzlu yaşlara karışıyor.
Korkarak ama şefkatle uzandım,aldım avuçlarıma gökyüzünü.
Renk renk olmuş saçlarını okşadım bulutların,
Yanaklarından süzülen yaşlarını temizledim.
Gökkuşağı gölgesinde susmak yasak, konuşmak yasak.
Yeryüzünde kapatılmış ne varsa renk renk.
Mor bir ihanet kokusu avuçlarımda...
Çaresiz bir uçurtma tutmuş ellerimden sıkıca,teselli etmeye çalışıyor,manasız...
Bileklerimde jilet yaraları,gözlerim kanıyor.
Gökyüzü al al bana bakıyor,
Bulutları ihanet rengi sarmalamış,
Nasıl da renk renk maskelenmiş güzel görünüyor.
Mor bir ihanet kokusu avuçlarımda.
Oysa ben sadece okşayarak avuçlarımda uyutmak istemiştim.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

çıkmaz sokak



Ömrümün tüm yolları sen ve sensizlik.
Önüm,arkam sen
Sağım,solum sensizlik.
Başımda sen.
Sonumda sensizlik .
Ama ben sadece hiç bir şey istiyordum.
Her yer sen
Her şey sensizlik...
Bir çıkar yol yok sadece bana çıkan.

1 Mayıs 2009 Cuma

Ateş

Henüz güneş kızıl gölgeler arkasında saklanıyorken,
Buz gibi havada paylaştığımız şeyin adı ateşti.
Bir nefes yetiyordu bir olan bize.
Taştan zeminde gölgelere sarınmışken,
Sıcacık şarabın tadında sen vardın.
Sarhoştuk, ateşe sarılmıştık,
Üstelik gece de bağıra çağıra şarkı söylüyordu.
Sonra sen bir masal anlattın geceye ve bana .
Baştan çıkartan sesiyle rüzgar da sana eşlik ediyordu.
Ellerinin rüzgarda ki kokusu,
Büyücü misali bakan gözlerinin ihtişamı,
Bunlar hiç kuşkusuz tanrının şeytan yönüydü.
Sonra açtım kollarımı ben de geceye ve sana.
Masallar bir anda avuçlarından saçlarıma doldu.
Baktım atlıyorsun bulutlara doğru.
Birlikte uçmak için atladım hemen peşin sıra.
Güneş kızıl gölgeler arasından göz kırptığında,
Bir kuşun kanadındaydık..
Uçan kuş değil,
Boşlukta yanan ruhlarımızdı.
Aşiyana doğru süzülüyorduk.
Sonra derin bir uyku kapladı kızıl gölgeleri.
Masallardan bile daha yeşil ağaçlar belirdi.
Şaraptan olsa gerek
Düşler sarmaladı zannederken,
Gözlerimi güneşe inat açtım.
Sen ve ben aşiyanda.
Üstelik Tevfik Fikret’in odasındayız.
...